Block 3D - free website template from templatemo.com

düşüngü hayatın öteki yüzü

hayaller kahyası - hayatın öteki yüzü...

Harika Adana - Serdar Darğın

Harika Adana

Sınıf tam kadro okuldaydı. O gün her zamanki gibi başlamıştı işte. Rahime, önden ikinci sıraya oturmuş sıkılıyordu yine. " Öff ya, sıkıldım ya... ayağımla projeksiyon aletine tuttunup, tepe aşağı dursam resmimi çeker misin?" diye soruyordu ki Mustafa K.'ye, Kürşad hoca ders anlatır vaziyette içeri girdi, her zamanki duruşunu aldı ve ders anlatmaya devam etti. Sınıftaki herkes alışkın olduğu bu durum karşısında kendi yerlerini almışlardı. Dersin ortalarına doğru birden arka sıranın birinden bir ses duyuldu: "Yeter bea, bu nasıl ders? Bundan sonra bu dersi üniversitede yasaklıyorum." Bu ses Songül B.den başkasına ait değildi. Herkes şaşkınlık içinde Songül'e bakıyordu. Kürşad hoca bunun bir şaka olduğunu düşünüp gülerek, tekrar ders anlatmaya devam etti.Aniden ön sıranın birinden Sibel ayağa kalktı, Kürşad hocayı tuttu, yere yıktı ve sonra da sandalyeye bağladı. Kürşad hoca, hala ders anlatmaya devam ediyordu. "Bantla şunun ağzını!" dedi Songül Sibel'e.


 

Kürşad hoca bantlanmış ve bağlanmış bir şekilde sınıfın bir köşesinde dururken, Songül tahtaya çıktı, saatine baktı ve konuşmaya başladı: "Vakit tamamdır. Şu andan itibaren, bir gerçeği öğrenmeniz için sartlar olgunlaşmıştır. Bugünden itibaren bu okulun yönetimi bana, bu şehrin ve ülkenin yönetimi de Harika Adana Grubuna aittir. Sizler bir birinize düşmüş birbirinizin ayağının altını ararken, biz Harika Adanalılar ülkenizin bütün kurumlarına sızdık. Sizi oluşturan organizmanın her hücresinde biz vardık, biz sizdik. Ama şimdi yönetimi ele geçirmiş bulunuyoruz. Şimdi, bütün haberleşme araçları masanın üstüne..." Herkes cep telefonlarını laptoplarını getirip sıranın üzerine koymaya başladılar. En son Mustafa K. getirdi. Songül sınıf listesine baktı, "Sınıf tam gözüküyor, ama bir kişi eksik. Kim bu?" dedi. Sibel sınıfa şöyle bir kuş bakışı baktı ve sadece, "Tuba B.!" dedi. Songül, Tuba'nın oturduğu yere gitti sıranın üstünde duran çantanın içine eğildi, ve "Tuba, çık o çantanın içinden ve o telefonu ver!" dedi.

 

Şimdi sınıftaki bütün haberleşme araçları toplanmıştı. Songül sınıfın bir ucundan öbür ucuna volta atıyordu. Sibel belinde bir döner bıçağı, elinde bir tabanca sınıfı kontrol altında tutuyordu. Sınıf büyük bir sessizlik içindeydi. Birden dışardan "yaaayyttt!.." diye bir ses duyuldu, sesle beraber yine Aleksey kapıyı kırarak içeri girdi. Oysa kapı kilitli değildi. Alışkanlık işte... Mustafa telefonu teslim etmeden az önce büyük bir hızla mesaj çekmişti Mrs. X. olayında kendilerini kurtaran kahramana... Ama Aleksey'in karşısındaki rakibi çok dişliydi bu sefer. Sibel, topaç gibi dönmeye başladı kendi etrafında, sıçradı ve döner tekmeyle Aleksey'e vurunca, bir seksen yere uzattı Alekseyi. Arkadaşları onu ayağa kaldırdığında, Aleksey, bir gün bir gün bir çocuk şarkısını söylemeye başlamıştı. Songül kahkahalar içinde konuşmaya başladı yine: "Hahh haa.. siz Sibel'i tanımamışsınız. Onun büyük bir yeteneği var: taklit. Bu, Bruce Lee taklidiydi. Daha Rambo hali var bunun, Tarkan, Battal Gazi, Matrix, terminatör... Eee aranızda başka yiğit varsa, Sibel'i yensin, sizin sınıf serbest kalsın. Benden Harika Adanalı sözü..." Birden Tuba B.'nin o tok sesi duyuldu: "Pikaçu seni seçiyorum, antepli taktiği!.." Sonra, "Pikaaa!" diye bir çığlık duyuldu. Çığlığın sahibi Ayça'ydı. Ayça oturduğu sıradan sıçradı, Sibel'in yanında durduğu sıraya bastı, ve daha Sibel ne olduğunu anlayamadan Sibel'in omzuna bindi, saçlarını yoldu ve ağzına verdi. Sibel, takındığı psikopat tavrıyla ağzındaki saçları yuttu, ve Ayça'yı boynundan tuttuğu gibi Tuba'nın kucağına fırlattı. Ayça, Tuba'nın kucağında kısık bir sesle, "Pika Pika.." dedi ve bayıldı.


 

Hiçbir teşebbüs Sibel'i durduramamıştı."Beni dinleyin!" diye başladı Songül, "Biraz sonra sizi kampüsün içinde serbest dolaşmanız için bırakacağım. Ama sakın aranızdan biri kaçayım demesin. Hem bir telefonla ailesi, hem de sabah güneş doğmadan rektörlüğün önünde bütün sınıf arkdaşları dar ağacını boylar. Böylelikle doğan güneş onları sağ görmez.


 

Biraz sonra Mikail, Mustafa E., Özhan, ve Serdar bir köşeye çekilmiş konuşuyorlardı. Mustafa E., "Yahu bu kız ne böyle, her şeyin taklidini yapıyor. Ya nasıl korktum yani, bir an bir dinazora dönüşecek, kafamı koparacak diye." dedi. Özhan; (boynundaki zinciri tutarak) "onun yaptığı da taklit mi canım. Aslın da ben çok iyi Nuri Alço taklidi yaparım da, şimdiki kızlar gazoz içmiyor..." diye konuşurken, Mustafa K. geldi ve, "Arkadaşlar bir planım var, Gaziantep Müdafa-i hukuk cemiyetini kuruyorum. En azından Antep'i kurtarabiliriz. Alt sınıftan bir kaç kişiyle de konuştum." dedi. Mikail'in o sakin duruşu bir anda bozuldu ve "Mustafa milletin hayatını tehlikeye atıyorsun, bir haber alırlarsa, hepimizin asarlar kovuşmadan şafağa... Hem bunlara hiç gerek yoktu." dedi. Mustafa K. gayet kendinden emin bir şekilde devam etti konuşmaya; "Korkmayın her şeyi çok gizli yönetiyorum... Hatta aralarına ajan bile soktum. Bizim Gökhan'ı..." Bunu duyan Mustafa E.'nin gözleri fal taşı gibi açıldı; "Olum ne yaptın le? B..ku avuçladık... Bir Adanalıya güvenilir mi böyle bir günde!.."


 

Biraz sonra, herkes içeri girsin anlamında, "Aman adanalı..." şarkısı çalmaya başladı. İçeri girdiklerinde Songül yine kahkahalarla gülüyordu. "Ayy alemsiniz vallaa... İkbal, Tuba A. ve birkaç kişi daha, Muhteşem Adana adında başka bir grup kurmuşlar, güya bizi devirip tekrar yönetimi eski sahiplerine verecekler. Bu arada Mustafa da Kuva-i Milliyeci olmuş... hahh haa.. Neyse geçelim biz bu ufak tefek şeyleri de, şimdi size bir duyuru yapacağım. Üniversitenin yeni yönetimi belli oldu. Rektörünüz; ben Songül B., dekanınız; Gökhan, bölüm başkanı; Zehra... Bundan sonra üniversite hocalarının hepsi Adanalı olacak. Diğer illerden olanlar ilköğretimden yukarı çıkamayacak. Üniversite giriş sınavında Adanalılar ek puan alacak..." Daha Songül konuşmasınız henüz bitirmişti ki, Gülizar konuşmaya başladı: "Ayyy... Şekerlerime de ne güzel yakışır, bu görevler!.. Songül sen de Melikeler gibi olacaksın eminim bundan... Nasılsa ben de Adanalı sayılırım..." diye daha çok uzun bir konuşmanın başlangıcını yapıyordu ki, Sibel sözünü kesti ve Songül'e dönerek, "Bir kişi eksik... Serdar yok!.. Nerde bu Serdar? Hımm, söyleyin bakalım." dedi ruhuna işlemiş Emel hoca edasıyla... Akşama kadar Serdar'ı aradılar. Hiçbir Adana istihbaratı Serdar'dan haber alamıyordu. Köyünü aradılar, ailesini de bulamadılar köyde. Ne zaman, nasıl ortadan kayboldu, bulunamadı... Songül sinirlenmişti, o korkunç bakışıyla tüm sınıfı titrediyordu. "Ben demiştim. Arkadaşınız kaçtığına göre, bugünkü gördüğünüz güneş, son güneş olacak... Yarın güneş doğmadan, bu sınıf idam edilecek.." dedi Songül. Mustafa E. dayanamadı ve, "Vay bea, Serdar aga... Ne yaptın? Sattın bizi..." dedi yüksek bir sesle... Mikail; "Serdar öyle bir şey yapmaazz..." dedi sadece. Herkesin aksine Mikail'in gözlerinden garip bir sevinç okunuyordu.


 

O gün hiç kimse uyuyamamıştı. "Kalkın, idam vakti geldi!" anlamına gelen "fark var" çalmaya başlamıştı. Ne kadar kötüydü o gün doğacak güneşi göremeyeceğini bilmek. O an gelmişti işte, herkesin boynuna ilmik geçirilmişti. Millet içinden dualar ediyordu. Sonra, Songül geldi. "Evet, sayın talihsizler, şimdi adet gereği her birinize son isteğinizi veya son sözlerinizi soracağım. En baştan başlayın tek tek söyleyin.." dedi. En başta Mustafa E. vardı. Titreyerek sadece "Ali!. " diyebildi. "Hangi Ali?" diye bir soru alınca, "Hahh haa, Şehirlerarası Otobüs Terminali!" dedi. Ali: "Son bir kez PS oynasam." Özhan: "Son isteğim Muğlaya gömülsün bu beden, Aslanın geyiği yediği bir belgesel olsun bu gözlerle son izlenen, ve olsun boğazımdan son geçen soğuk bir bira Efes Pilsenden..", Ayça: "İtiraf ediyorum, Tubiş... Senin kedini ben yemiştim! Affet beni.." Rahime: "Acıktım yaaa.." Mikail: "gerek yok!" Aleksandra: "Merhaba, ben Aleksandra. Macaristan'dan geliyorum.. Benim yaşdaığım yerde bir minare var.. Ama burda çok... Türkçe çok zor.." Tevfik(yaşamını en az bir asır garantiye almak istiyordu): "Fenerbahçe'nin Türkiye Kupasını aldığını görsem, öyle ölsem..." Erhan(bunu duyunca): "Artık ölsem de gam yemem..." Samet: "Major Gam mı, Minör Gam mı? Hahh haa.."


 

Herkes son sözünü tek tek söylerken, geçen zamanı kar saymışlardı. Songül, yine suları donduran bakışıyla son bir kez sınıfa baktı ve, "Ondan geriye doğru sayıyorum. Sıfır dediğimde boynunuza geçen şu iplerin bağlı olduğu düzenek, vinçle havaya kaldırılacak." dedi, "10, 9, 8.." Songül, "sıfır" dediğinde vinç operatörü vinçten aşağı düştü. Vincin üstünde maskeli, baştan aşağı siyah giysili bir adam vardı. Sonra, dikkatler, gökyüzüne yöneldi. Gökyüzünden paraşütle onlarca adam iniyordu. Etraflarına baktıklarında özel arabalarla gelmiş onlarca maskeli adam gördüler. "MİT özel güçleri tarafından etrafınız sarıldı, teslim olun.." diye bir anons geçti arada...


 

İki gün sonra, yine maskeli bir görevli sınıfa geldi. Boyu 1.90'a yakındı. "Özür dilerim, yüzümdeki bu maskeyi çıkaramıyorum görevim gereği." diyerek konuşmaya başladı, "Arkadaşlar, şunu bilmeniz gerekir ki; kökeni tarihin en eski çağlarına dayanan bu devleti yıkmak o kadar kolay değil. Bu ülke ne zorluklar çekti; ne güçlüklerle savaştı!.. Allah'ın izniyle daha çok ayakta kalır bu ülke. Öyle temellerimiz var ki, diğer kendini güçlü sanan ülkeler bunları hayal bile edemezler. Şimdi size çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Bu olayda arkadaşlarınızın hiçbir suçu yoktur. Sibel, Songül ve diğer Adanalı ve bazı Osmaniyeli arkadaşlarınız, bazı özel dış güçler tarafından kaçırılmış, bir takım kimyasal maddeler verilerek beyinleri yıkanmış ve fiziksel olarak daha güçlü hale getirilmişlerdir.. Ve bir tür enjektör aracılığıyla en ince damarların bile içinden geçebilen küçük çipler arkadaşlarınızın beyninin belli bölümlerine yerleştirilmiştir. Böylelikle arkadaşlarınızın düşüncelerini, hareketlerini kolay bir şekilde yönetebilmişlerdir. Daha arkadaşlarınız gibi bir çok Adanalı bu halde. Amaçları Türkiye'yi uzaktan yönetmekti. Ama hata yapmışlardı başta. Bu kadar güçlü bir devleti böyle basit planlarla yıkamayacaklarını bilecek kadar zeki olduklarını düşünüyordum. Ama değillermiş. Kısa süre sonra bütün planlarını deşifre ettik. Aslında çok erken müdehale edebilirdik, ama şartların olgunlaşmasını bekledik. Arkadaşlarınız çok yakında aranızda olacak, tedavileri bitti. Vücutlarındaki çipler etkisiz hale geritildi. Sağlıkları çok iyi şimdi, çok şükür. Mustafa K.'yi tebrik ederim gösterdiği çabadan dolayı. Lakin bu gibi durumlarda daha dikkatli olmalı. Onun gibi yürekli gençlere bu ülkenin ihtiyacı var. Şimdi ben gidiyorum, ama unutmayın her zaman yanınızdaydım ve ihtiyaç duyduğunuzda yine olacağım. Hadi arkdadaşlar görüşürüz." diye konuşmasını bitirdi, dışarı çıktı ve tekrar içeri girdi. Mikail'e baktı ve, "Bu arada çok teşekkür ederim Mikail..." dedi ve çıktı gitti. Kimse Mikail'e bu MİT ajanının neden teşekkür ettiğini anlayamamıştı. Sorduklarında, Mikail, nedenini kendisi de bilmediğini söylese de, çok iyi biliyordu. Biraz sonra Mustafa E.'ye bir mesaj geldi. Mesajda sadece şu yazıyordu: "yanınızdaydım!" Mikail, Mustafa'ya dönüp gülerek, "Mesaj Serdar'dan değil mi?" dedi.


 

Not: Bu hikayedeki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi yoktur.

SERDAR DARGIN



Bugün 4 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
                image                
Yeni Haberler :

“Her şeyim var şimdi. Bir evim, bir arabam… İşim var ve bol param… Sağlıklıyım ve hâla güzelim. Bir sürü tanıdığım var, bir sürü arkadaşım ve dostçuklarım…

Müziğin sesiyle uyandı , akşamdan kalma bir zihinle bulanık rüyasından uyanmıştı...İçki kadehleri vardı yerlerde. Sonra derin bir nefes aldı yapmak istediği tek şey hayallerinin ritmini duyabilmekti. Uykuya çok düşkün...

Utancından kıpkırmızı olmuş bir surat arıyordu. Evet, çevresinde hali hazırda yeterince çok kırmızı surat vardı; ancak yüzlerinin kızarmış olduğunun çok da farkında değillerdi...

Ay gökte mavimsi bir renk almıştı o gün. En güzel rengi, en güzel hali... Gözlerini hiç kapatmak istemiyordu Kurt, hiç uyumak istemiyordu...

İçinde değerli sandığı bir şeyleri, bir dostluğu kurtarma arzusuyla atıştıran tatlı yağmurun altında küçük adımlarla ilerliyordu.. kafasında türlü türlü düşünceler belli belirsizdi...

Loş sokak lambaların aydınlattığı yolda hızla ilerliyordu. Akşamın en çok bu vaktini severdi; kızıla kesmiş bir gökyüzü, yuvalarına gitmekte olan zavallı kuşların veda cıvıltıları. Nefret ettiği sonbahar ayı olmasına rağmen...

yine döktüm tüm yapraklarımı / bir bir haykırdılar dallarımdan koparken...

bugün binlerce hayal aktı gözlerimden / önce anılarımla kuruladım onları...

Koskoca bir yaz tatilinden sonra, yine okulun başlama zamanı gelmiş çatmıştı. Mustafa ders kaydını yapmış, rahat bir şekilde yeni dönemin başlamasını bekliyordu....

Sıcak, sıkıcı bir yaz günüydü. Odasının penceresinden bakan Serdar, evin bahçesindeki dutun yaprağının bile kıpırdamadığının farkına vardı....

Masafuso yeni yüzüyle artık daha renkli.Çalışmalarımız devam ediyor...

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol