Block 3D - free website template from templatemo.com

düşüngü hayatın öteki yüzü

hayaller kahyası - hayatın öteki yüzü...

Komutan



KOMUTAN

          
      
Ucu bucağı görünmeyen bir ovaya yayılmış, talan olmuş gibi bir ordu,  bir şeylerin hazırlığı içindeydi. Bölgenin yerlilerinden yaşlı bir adamla karşı karşıya oturmuş olan komutan, ordusunu izlerken bulunduğu yükseklikten, gözleri parlıyordu, göstergesi olarak umudun içinde yeşeren. Yaşlı adam komutana bakarak güldü alaycı bir tavırla, “Çok hayalperestsin evlat, çok hayalperest…” İlerdeki kaleyi gösteriyordu. “Bu kaleyi ne ordular geldi almaya. Ne tanklar dövdü bu kalenin surlarını, ne uçaklar dövdü döşünü bu aşılmaz duvarların, ne komutanlar bulmaya çalıştı bu gelinin sırlarını. Sen mi alacaksın bu ortaçağdan kalma ordunla?”

 

            Komutan, sadece gülümsedi yaşlı adama. O kadar büyüktü ki sevdası, görmüyordu gözleri gerçeği. Yaşlı adama sorsan böyle derdi. Bir acıma duygusu geçti yaşlı adamın içinden, sek rakı gibi yaktı sinesini.

 

            “Bak evlat, yol yakınken geç bu sevdadan, bugüne kadar bir kişi fethetti bu kaleyi, yalnızca bir insan. Ondan sonra ilişemedi yanına yakınına hiçbir komutan. Onun da öldüğünü söylerler kalede, kalenin en ulaşılmaz yerine gömüldüğünü… Evlat, sen çok masumsun, bir çocuğunki gibi parlıyor gözlerin, gel vazgeç bu sevdadan. Hele bu orduyla kalenin duvarlarına bir çizgi bile çizemezsin.”

 

            Komutan yine güldü. Kırk atın çektiği on koca vagona döndü yönünü. “İşte bunlarla fethedeceğim o kaleyi.” der gibi baktı.

 

            Sonra komutan seyretti biraz fethe hazırlanan askerlerini. Kimisi kılıcı kuşanıyor, kimisi zırhını onarıyor, kimisi de kalenin duvarlarını alt üst edeceğini hayal ettiği dev topları yağlıyordu. Komutan biraz daha seyrettikten sonra, askerlerine, “Bırakın onları, bırakın!..” dedi.  Biraz önce umutlu gözlerle baktığı vagonları göstererek, “Onların içindekileri çıkarın, onlarla fethedeceğim bu kaleyi.”

 

            Yaşlı adam, merak etmişti. Ne olabilirdi, o vagonların içinde bu kalenin yıkılmaz surlarını yıkacak? Hiç icat edilmemiş bir silah mı çıkacak içlerinden, ya da… Ne olabilirdi ki?

 

            Askerler ilk vagonu açtıklarında, yaşlı adamın kahkahası kale surlarında yankılanıyordu. “Mancınık!.. Mancınık haa… Bugün sen meddahlık yapıyosun bana galiba.” Gülmekten altına kaçırmıştı yaşlı adam. Yalnız mancınıklarda bir tuhaflık vardı. Sanki kaya atmak için yapılmamışlardı da… Hayır hayır, bu mancınıklarla taş atılamazdı.

 

Beş dev vagondan on mancınık çıkmıştı. Geriye kalan beş vagonun ilkini açtıklarında, herkesi ayrı bir şakınlık daha sarmıştı. Bir vagon dolusu karanfil, öbür vagonda gül, öbür vagonda sümbül, menekşe… Beş vagonda beş çeşit çiçek…

 

Komutan çiçekleri göstererek, “Bunları atacaksınız mancınıklarla kaleye, surlarına değil surlarından içeriye…”

 

Yaşlı adam, komutanın bir deli olduğuna inanmaya başlamışdı artık. Ancak bir deli böyle saçma şey yapardı. Askerler de yaşlı adam gibi komutanlarının delirdiğini düşünüyorlardı. Fakat, emir demiri keser ilkesiyle hareket ettiler. Mancınıkların çiçekler için yapılmış özel bölmelerine çiçekleri yerleştirdiler, mancınıkları kurdular. Komutanın emrini bekliyorlardı atmak için. Son bir kez çevrsine göz gezdirdi komutan. Yaşlı adam hala sırıtıyordu komutanın bu haline. Komutansa buna bir gülücükle karşılık verdikten sonra askerlerine döndü ve, “Şimdi!” dedi.  Mancınıklar aynı anda binlerce çiçeği kalenin surlarından içeriye attılar. Kalenin üstüne çiçek yağıyordu adeta. Sonra, büyük bir sessizlik oldu.

 

Sessizliği yaşlı adamın kahkahası bozdu. “Hah hah hah haa… Yahu gördüğüm en komik komutansın, hah hah haa…”

 

Birden korkunç bir gürültü kesti yaşlı adamın kahkahalarını, adamın kahkası genzine kaçmış öksürüyordu, nerdeyse boğulacak… Ama askerlerin ve komutanın gözleri başka yere bakıyordu. Kalenin surları içten dışa doğru büyük gürültülerle yıkılıyor patlıyordu. Bir ara askerler korkup kaçacak oldu, ama komutan durdurdu onları. Askerler ne olduğunu anlayamadan ordularının sancağı dikilmişti kalenin tepesine. Yaşlı adam, şaşkınlığı ve hayranlığı aynı anda yaşıyordu. “Büyük komutanmışsın!” diyebildi sadece komutana. Ve şimdi utanıyordu attığı kahkahalar için.

 

Kale güllük gülistanlıktı vardıklarında, yeni komutanını bekliyordu. Her yer maviye, yeşile boyanmış; her yerde bayram havası vardı. Güllerle karşılandı komutan, çiçeklerle, atının sırtında benziyordu Fatih’e. Yalnız bi şey vardı meydanda renksiz, donuk ve içleri donduran. Bir gri heykel ve üzerinde bir yazı: “Buranın ilk fatihi bendim, son fatihi ben olacağım, sen surlarını aşarsın bu kalenin belki, ama şunu bil! Elimdedir bu kalenin kalbi!” Heykelin elinde bir kalp tasviri vardı.

 

Komutan iyice sinirlenmişti, şimdi topları kullanmanın vakti. Butün topları dikti heykele karşı, ve  “Ateş!” dedi. Toplar birbiri ardınca ateşlendi. Ama heykelin bir parçasını bile koparamadılar.

 

Komutan yıkılmıştı, yok olmuştu adeta. Fethedememişti kaleyi, sadece surlarını geçmişti. Kalenin meydanınında son fatihi taht kurmuştu. Kalenin kalbi, o putun ellerindeydi, ve sonsuzda kadar öyle kalacaktı belki.



SERDAR DARGIN



Bugün 1 ziyaretçi (23 klik) kişi burdaydı!
                image                
Yeni Haberler :

“Her şeyim var şimdi. Bir evim, bir arabam… İşim var ve bol param… Sağlıklıyım ve hâla güzelim. Bir sürü tanıdığım var, bir sürü arkadaşım ve dostçuklarım…

Müziğin sesiyle uyandı , akşamdan kalma bir zihinle bulanık rüyasından uyanmıştı...İçki kadehleri vardı yerlerde. Sonra derin bir nefes aldı yapmak istediği tek şey hayallerinin ritmini duyabilmekti. Uykuya çok düşkün...

Utancından kıpkırmızı olmuş bir surat arıyordu. Evet, çevresinde hali hazırda yeterince çok kırmızı surat vardı; ancak yüzlerinin kızarmış olduğunun çok da farkında değillerdi...

Ay gökte mavimsi bir renk almıştı o gün. En güzel rengi, en güzel hali... Gözlerini hiç kapatmak istemiyordu Kurt, hiç uyumak istemiyordu...

İçinde değerli sandığı bir şeyleri, bir dostluğu kurtarma arzusuyla atıştıran tatlı yağmurun altında küçük adımlarla ilerliyordu.. kafasında türlü türlü düşünceler belli belirsizdi...

Loş sokak lambaların aydınlattığı yolda hızla ilerliyordu. Akşamın en çok bu vaktini severdi; kızıla kesmiş bir gökyüzü, yuvalarına gitmekte olan zavallı kuşların veda cıvıltıları. Nefret ettiği sonbahar ayı olmasına rağmen...

yine döktüm tüm yapraklarımı / bir bir haykırdılar dallarımdan koparken...

bugün binlerce hayal aktı gözlerimden / önce anılarımla kuruladım onları...

Koskoca bir yaz tatilinden sonra, yine okulun başlama zamanı gelmiş çatmıştı. Mustafa ders kaydını yapmış, rahat bir şekilde yeni dönemin başlamasını bekliyordu....

Sıcak, sıkıcı bir yaz günüydü. Odasının penceresinden bakan Serdar, evin bahçesindeki dutun yaprağının bile kıpırdamadığının farkına vardı....

Masafuso yeni yüzüyle artık daha renkli.Çalışmalarımız devam ediyor...

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol