konfucyus
Konfüçyüs'ün hangi sülaleden geldiği konusunda kesin bilgimiz yoktur. Tso-chuan'da Konfüçyüs'ün Shang sülalesinin (M.Ö. 1450 -1050) kıral ailesinden geldiği gösterilmektedir (Tso-chuan 618 -19). Soybilimse (généologie), onun, Shang sülalesinden gelen Sung Dükü'nün atalarından olduğunu kabul eder. Ama, bu bir kanıta dayanılarak değil, onun pek doğal olarak bir hükümdar sülalesinden gelmesi gerektiği düşünülerek ileri sürülmüştür. Onun Lu derebeyliğinden Tsu kentinde (Şantung eyaletinde, bugünkü Ch'iü-fu'ya yakın) M.Ö. 551'de doğmuş olduğu birçok belgede doğrulanmaktadır.
Konfüçyüs'ün aile durumu ve toplumsal konumunun ne olduğu üzerinde de kesin bir yargıya varmak güçtür. Bildiğimiz şey, onun küçük yaşta yetim kaldığı, bir erkek kardeşi, yeğeni, bir oğlu ve bir kızı olduğudur. Lu derebeyliğinde Kung adını taşıyan tek kişi oydu.
Konfüçyüs'ün siyasal yaşamda yüksek konumlarda bulunup bulunmadığı da Konfüçyüsçüler için bir sorun olmuştur. Meng-tzu, onun ambar korumanlığı [muhafızlığı] yaptığını ve daha önce kendisinin de söylediği gibi, geçimini sağlamak için koyunlara çobanlık ettiğini yazar (Meng-tzu, 5, [2] 5.4). Gelenek Konfüçyüs'ün Lu derebeyliğinde yüksek konumlarda bulunduğunu ve siyasal yaşamda büyük roller oynadığını gösterir. Dahası, Lu derebeyliğinde adalet bakanı olduğu konusunda da ısrar ediliyor. Tso-chunan, Mo-tzu ve Meng-tzu da bundan söz ederler.
Konfüçyüs'ün başka derebeyliklere yaptığı geziler konusunda da birçok tartışma yapılmıştır. Tso-chuan, Lun-yü ve Meng-tzu'dan bu gezilerle ilgili bilgiler çıkarabiliriz. Bu kaynaklar, bilgi bakımından bir birlik göstermektedir.
Konfüçyüs önce Wei derebeyliğine gitmiştir. Wei Dükü filozofun kalmasını önermiş ve onu büyük bir devlet memuru yapacağını söylemiştir. Ancak Konfüçyüs bu öneriyi kabul etmemiştir.
İlkelerini burada kabul ettiremeyeceğini anlayan Üstat, Wei'den ayrılmıştır. Wei derebeyliğinden sonra Ch'en derebeyliğine gitmiştir. Burada ne kadar kaldığı belli değildir. Buradan Wei'ye dönmüş ve öğrencisi Jan Chiu'nun çağrısı üzerine Lu derebeyliğine gitmiştir. Bütün bu gezileri 13 yıl sürmüştür. Bu geziler, onun için her bakımdan çok yararlı olmuştur. Elde ettiği bilgi ve deneyimler, onu, herkesin hayran kaldığı bir kişi, "taçsız kıral" aşamasına yükseltmiştir. Kendisi bu dünyadan kötümser olarak ayrıldıysa da, kendisinin uygulayamadığı ilkelerini, sonrakiler onun izinden yürüyerek gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Konfüçyüs M.Ö. 479'da ölmüştür; mezarı Ch'iu-fu'dadır. Öğrencileri mezarı başında üç yıl yas tutmuşlardır.
Konfüçyüs gezileri sırasında birçok elyazması toplamıştır. Bu arada da Shıh-ching'i (şiir kitabı) yeniden düzenlemiştir. Onun Shu-ching'i yazdığı; Ch'un-ch'iu'nun yazdığı Li-chi'yi düzenlediği ileri sürülmektedir. Ancak birçok bilginin vardığı sonuca göre, -elimizde hiçbir kanıt olmadığı için- Konfüçyüs ne bir yapıt yazmış, ne de yayınlamıştır. (*) Birçok kitap okumuş ve bunları el kitabı olarak kullanmış olduğunu kabul edeceğiz. Okuduklarını kendi düşünceleriyle birleştirerek ortaya yeni bir düşünce bireşimi koymuştur. Bilgiyi, yalnızca bilgili olmak için edinmemiş, bunu ahlak ve devlet sorunlarıyla ilgili çalışmalarında ve öğretiminde odak noktası yapmıştır. Bununla, acı içinde olan dünyayı mutluluk ve gönence kavuşturmak için bir yol bulmaya çalışmıştır.
Konfüçyüs bir insan olarak nasıl bir varlıktı? Lun-yü'de ondan şöyle söz edilir: "Hoşsohbet, neşeli, onurlu, başkalarına saygı gösteren, ama kendisine de saygı gösterilmesini isteyen bir insandı. Çok konuşanlara güvenmezdi. Eleştirilerinde çok akılcıydı. Bilmediği her şeye bilirim demezdi. Alçakgönüllüydü ve kendisine büyük güveni vardı. Kendisini büyük göstermek için başkalarını asla küçümsemezdi. Gençlere çok değer verirdi. Müzik ve eğlenceden hoşlanırdı; kendi de flüt çalardı. Uygun olan her türlü eğlenceyi onaylardı. 'Eğlence, yalnızca istenen birşey değil, yaşamda gerekli olan bir şeydir' derdi."
Görülüyor ki, milyonlarca insanı arkasından sürükleme gücüne erişmiş olan Konfüçyüs, doğaüstü bir varlık değil, yalnızca bir insandı.