Kanatsiz Gece - Songul Baglam
KANATSIZ GECE
İçinde değerli sandığı bir şeyleri, bir dostluğu kurtarma arzusuyla atıştıran tatlı yağmurun altında küçük adımlarla ilerliyordu.. Kafasında türlü türlü düşünceler belli belirsizdi... Giderek yaklaştı, daha da yakındı fakat buğulu, gölgelenmiş, puslu bir yüzdü onu karşılayan ve bu karmaşanın dudaklarından dökülenleri anlamak güçtü... Anlatmak, anlatılmak zordu... Konuştu, sustu, savundu, teslim oldu ama ama gördüğü yüz, alaylı bakışlarını kaldırmadı üzerinden... Kelimeler yüreğine saçılan cam parçacıkları gibi acıydı, sertti, bir o kadar da adaletsiz... Adalet, adil olmak? Anlamsızdı, karıştı cümleler sonra, yavaş yavaş uzaklaşmaya, kulaklarına saldıran homurtulara dönüşmeye başladı. Dayanılmaz bir şekilde kalmaya çabaladı o görmek istemediği yüz karşısında giderek artan sancılara ve titreyişlere karşın... Herşey onu son noktasına, sınırına itme çabasındaydı sanki... Sonunda attı kendini insan yapaylığı ışıkların düştüğü gecenin karanlığına...
Yüreği kırılmaktan yorgun ve kimbilir ne haldeydi; insanları tanımak bu anlama mı geliyordu; hakedilen bunlar mıydı? Kafası derin bir şelalenin çınlayan sesiyle doluydu sanki, o an ne yaptığını bilmez bir halde buldu kendini...
Ölümle huzur bulacağına inandığı bu korkunç karanlığın içine daldı. Koştu nefes nefese; o soğuk, kirli havayı içine çekerek ve ağlayarak hıçkıra hıçkıra insanların soran, dalga geçen uzak bakışları arasında... Göğe baktı bir an ve damlaların yumuşak soğuk rüzgarla birleşip acı ve öfke karışmış, zırhı yarılmış tenini temizlemeye, etrafa bakınan iğrenç gerçeklere kör gözlerini yummaya çabalayışını gördü... Yalınayaktı, sanki soğuk zemin iliklerine işlemiş, derinliklere çağırıyordu yarılırken... Omuzlara çarptı, kime ait olmadığını bilmediği sert omuzlara vura vura koştu aldırmadan... Bu kaçışın sonunda kendini bırakacağı derin bir boşluk varmışçasına hızlanarak attı her adımını, bir yer arıyordu ya da birilerini anlamsız bir güdüyle... Ardında yağmurun yıkadığı izler bırakarak, ardında geçmişini, saflığını, inancını, benliğini bırakarak koştu, koştu...
Islaktı, sakin ve bıkmıştı her yer onun gibi, gözleri gibi ağlamış, neme dolanmış, gün ışığının yetmeyeceğine inanarak boş karanlıkta parlamaya devam edercesine öyle ıslak, öyle nemli ve öylece bir başına kalmayı istedi... Lanet okudu sonra haykırarak, kusmak istedi insanlara... Kendinden de nefret etti, insani duygularından ve o lanet olası iyi niyetinden... Gizli saklı sandığı damlaların hala teninde dolandığı bir köşedeydi, bir kapı önünde; inliyor, ıslanıyor, ıslatılıyordu daima neme çalan gözlerinden süzülen, hem rahatlamasına hem de yanmasına sebep damlalarla...
Çaresiz, küçük bir kedi yavrusu muydu? Hayır, o bile değildi, çaresiz küçük bir leşti... Kalanları toplamaksa iki minik kelebeğe kalmıştı... Kanatları arasında yeniden doğmaya uçtu... Karanlık ve ıslak o gecede...
Songül BAĞLAM