Block 3D - free website template from templatemo.com

düşüngü hayatın öteki yüzü

hayaller kahyası - hayatın öteki yüzü...

Müzisyen ve Melek

Müzisyen ve Melek

Müziğin sesiyle uyandı , akşamdan kalma bir zihinle bulanık rüyasından uyanmıştı...İçki kadehleri vardı yerlerde. Sonra derin bir nefes aldı yapmak istediği tek şey hayallerinin ritmini duyabilmekti.Uykuya çok düşkün yarı sarhoş ayakta fikirleriyse mat ve donuktu.İnsanlara bir kere bile kalbinin derinliklerini açabilseydi eğer...Ya izin verebilseydi bu müzisyen çocuk , kalbinin kapılarını zorlayan o farklı hayatı benimseyen kıza.Ne kadar da başkaydı ne içkisi vardı ne de kandırmaca sözlerin arkasına gizleniyordu hiç ona benzemiyordu diye geçirdi içinden.Peki ne bulmuştu onda, neden vazgemiyordu bu kızdan.Hayalet yaramıştı beyninde derken gitarını aldı eline kendi yaptığı son bestesini çalmaya başladı sakince, hep yalnızlıktan şikayetçiydi ne kadar da saçma insanlar var etrafımda der dert yanardı.Peki ya aralayabilseydi ona hiç benzemeyen ruhun manasını, sahi zıt kutuplar birbirini çeker mi gerçek mi bu söz yoksa sadece bir aldatmaca mı beyninin ona oynadığı bu oyun.Sevmek bağlılık bunlar ona çok uzak sözlerdi derinlerde manasızlaşan. Bir düş görsem dedi birden , arkasına döndü gitarı kenarda duruyordu gözlerini kapadı düşünüyordu. Derken telefonu çaldı, açmak istemiyordu hatta kimse kim dedi kendi kendine.Ne kadar ilgisizleşmişti hayata.Umursamaz olmak onun doğasında vardı ama bu kadar umursamadan yaşamak ne kadar normaldi.Gittikçe boş bir felsefeyi benimser olmuştu.Sadece müzik ve kibir... Burnu kaf dağındaydı apaçık; öyle iki herkes ona tapsın isterdi gitarını çalarken,dünya artık dönmesin, yaptığı müziğin karşısında saygıyla eğilsin isterdi.

Güneşli bir bahar günüydü; pencereden dışarıya baktı. Bir ırmak gibi akan bir hayat vardı karşısında ve işte bu durmaksızın akan ırmak karanfil kokusuyla sarıp sarmalamıştı bütün ruhunu. Kendine sordu kız, neden bu ciğeri beş para etmez dünyadayım ki sanki... Mutluymuş gibi yapmaktan, mutsuzluğa aldırmaz bir edayla kuklalar alemine doğru yol aldı,bir adım ve sonra bir adım daha... Yüreği hiç incinmemiş bir bez bebekti. Kötülükler onu bulmazdı çünkü o tabularına dört elle sarılmış asi bir kızdı. Kime karşı asiyi dersiniz? Tabiki hayata karşı... Sonra o müzisyen çocuğu düşündü, ne kadar farklılardı, bunu bir kez daha idrak ediyordu işte."O duygulara önem vermeyen biri," dedi korkuyla. İçindeki sesi duymazdan geldi. O içinde giderek kaybolduğu hayal dünyasından, gerçek dünyaya döndü arkadaşının seslenmesiyle. Bir an boş gözlerle baktı arkadaşının gözlerinin içine ve birden irkildi. "Ne düşünüyorsun daldın gittin gene..." diyen neşeli bir ses . Onu hayata bağlayan biriydi bu sesin sahibi, en yakını,sırdaşı. Sonra "boşver, önemsiz," deyip güldü bizim hayal perisi.

Ve işte akşam olmuştu artık, müzisyen çocuk; uzak bir şehirde hüzünlü gözlerle düşünen bir meleğin var olduğunu geçirdi içinden.Neden melekti peki aklından geçen, şeytana benzetti kendini.Bir melek şeytana aşık olabilir miydi ya da bu bir hayal miydi ona aşık bir kız olabilir miydi kendisi kimseye aşık olamamamışken ve inanmıyorken bile. Ya gerçekse siyah beyaz birbirinden farklı ama biri yoksa diğeri ne kadar anlamlıydı ki.Gece ve gündüz, ölüm ve hayat... Her tezatlık diğerini doğuran bir sonuçtu aslında. Birden gözü içki şişelerine ilişti, yine bir tane daha mı alsam dedi. Parası da çok yoktu ama olsun düşleri ona yeterdi. Kız ondan kilometrelerce uzakta, nedense birden ailesi düştü aklına, onları özlediğini bir kez daha farketti. Ne kadar içten ve karşılıksız seviyorlardı onu. Diğer sahte sevgilere, o ucuz heveslere hiç mi hiç benzemiyordu onların sevgisi, keza onlar şu aklına gelen çocuk gibi hayal peşinde koşmazlardı asla. Ama neden bu  çocuğu düşünüyordu neden, neden... Neden bu kadar takılıp kaldı aklı. Aklında yanıtını bulamadığı sorularla birlikte uykuya daldı.

Gece sessizliğini bir rahibe gibi koruyordu; uykuya aldırmaz biri vardı içki şişelerinin arasında. Yanında arkadaşları, "neden bu kadar içiyorsun eskiden daha neşeliydin, bu ara sana birşeyler mi oldu hayırdır?" diye çıkıştılar.O aldırmaz bir ruhla gülerek "gayet mutluyum," dedi.

Buna kim inanabilirdi ki! Kendisi de gülmüştü zaten. Korkuyordu, hayal perdesinin yıkılmasından. Korkuyordu, oyunun birden bitip, piyonla aynı kutuya girmekten. Çevresinde onun ruhunu anlamayan sadece onun dış görünüşüne hayran bir sürü kız vardı. Ola ki bir gün, o hayal ettiği gibi vücudu parça parça dökülüp, geriye bir tek yüreği kaldığı zaman; üstünde bir kefen bile bulamamaktan korkuyordu. O her şeyin farkındaydı ve değiştirmek istiyordu bir şeyleri ama ne kadar inandırıcıydı ki bu. Bir kör dövüşüydü ki içinde olduğu, ne kadar uğraşsa, ne kadar didinse içinden çıkımayacağını biliyordu. O şüpheli bir suçluydu kendine karşı.Hep dürüst bir yanı vardı ama yalanlara bulamıştı kalbini.Sonra gene düşündü ve derken ruhundaki karamsarlığa bir ışık buldu. Korkularıyla yüzleştiren bir melek de denebilirdi. Gerçi o düşünmek istedikçe daha çok korkar olmuştu.Sahi sevgi diye birşey var olabilir miydi ya da varsa neden bir günden bir güne ruhunun kapısını çalmamıştı. Öyle ya, bunca yıldır bu yuvarlak kürenin üstündeydi, tesadüfen de olsa bulabilirdi onu belki bir gün. O geldiğinde yüzünde büyük bir gülümsemeyle onu kucaklayacaktı ve "oo, sen buralara hiç uğramazdın hangi rüzgar attı seni buraya," diye sitemlerde bulunacaktı ama yoktu öyle bir şey, olmuyordu.

Çizmeye başladı, zaten sıkıldıkça kara kalem onu kurtarırdı bu bunalımlardan. Birden bir melek çizdi, elini uzatsa ulaşacak gibiydi. Oysa hep kötüydü karekterler beyninde, misal ki kurukafa çizmişti en son.Daha öncesindeyse de akrep çizmişti etrafı ateşle çevrili, tıpkı kendi çevresi gibi. Adeta onu yok etmek isteyen kötülük dalgası. Ama ne olmuştu, ne değişmişti ki güzel bir şey çizivermişti önündeki cansız kağıda. Oysaki mutsuzdu ve pekala biliyordu sahte  gülüşleri bile kurtaramazdı onu.Boyalar onun oyuncağı gibiydi ve kırmızı onu tutsak eden renkti.Farkında değildi belki ama kırmızı olan ne varsa onu mutlu etmeye yeterdi.Öfkelenirdi bazen siyahla iç içe olurdu ruhu kırmızıya inat.Ve bileğinde deri bir bileklik vardı uğuru kabul ettiği bir de kolyesi. İnsanlardan daha değerliydi kolyesi o da deridendi, ilginç bir dünyaya, kendi başınabuyruk ve özgürlükçü bir ruha sahipti.

Onda sadece  siyahlar yoktu bambaşka bir ruhu yansıtırcasına. "Bir gün herşeyi değiştirecem bu saçma yaşamdan daha değerli olacak yaşadıklarım." diye söylendi kendi kendine.

Kız uyanır uyanmaz bir şarkı söylemeye başladı. Şarkılar bestelerdi bazen ve kimse bilmezdi bu yönünü.Müzik ruhuna yön veren bir oyundu. Hiç sıkılmadığı içinde kaybolduğu bir oyundu. Doğaçlama söylediği her söz bir besteyle buluşuyordu kalbinde. Derken yine o  geldi aklına ve hemen başka bir şey düşünmeye zorladı beynini. Çünkü biliyordu siyah ve beyaz asla bir arada olmazdı. Sonra dışarı çıktı en sevdiği gelinciklerden birini kopardı, o hep kendine çiçek toplardı "Kimse sana çiçek vermiyorsa sen kendine çiçeklerin en güzelini ver." felsefesine sahip biriydi. Gelincik kırmızısı, ruhunu okşayan renkti.Peki neden bu kadar cesur bir renge aşıktı. Belki de gerçtekte hep cesur bir kız olmasındandı, kırılganlığına rağmen. Tıpkı gelincik gibi işte... Bir de beyaza tapardı, cennetin kapısından süzülen o büyülü ışığın rengi. Bütün yansımalar beyaz kadar saf ve berraktı. Beyazdı, insanoğlunu diğer aleme götüren kefen bile. Günahları yok eden derin bir maneviyat gibi kalbine ruhuna hücrelerine kadar işleyen ilmek ilmek bir beyaz...

Avril' in şarkılarından biri  çalıyordu onu çok severdi çünkü onun gibi özgür ruhlu bir kız olmuştu hep, sözleri ruhundan süzülen bir ırmak gibi berrak ve netti. Belirsiz değildi yolun ortasından yürüyen tiplere benzemezdi hep bir fikri vardı yalansız. Bir konuda fikrim bu diyorsa sonradan değiştirmeyenlerdendi. Tıpkı tuttuğu takımı gibi, hayat felsefesi gibi ve tabi ki siyasi görüşüne kadar. Savunduğu değerler kadar kırılganlığı da beyninde hükmediyordu. Ya gitarist çocuk o açık mıydı düşüncelerinde.Ya da savunabilir miydi kusursuzca doğrularını, yoksa ortada yürüyenlerden miydi o da, herkese göre davranan yalancı bir oyuncu olabilir miydi... Her hamlesini önceden  hesaplayan ama bunu rakiplerine sezdirmeyen usta bir satranç oyuncusu...

İşte müzik ve doğallığın birleşiminde bir şenlik kurulmuştu çok uzaklarda. Herkes çocukçasına hür, neşeli ve huzurluydu. Akşam çökerken gün batımında yaprakların tazeliğinin kokusu rüzgara karışmış insanları bu müzik ziyafetine sanki çağırıyordu. Gitarının son ayarlarını yaptı, arkadaşlarıyla bir iki deneme daha yaparken telefonu çaldı. Bu sefer dikkati dağılmıştı ama kızmamıştı da işin tuhafı. Kızamayacağı biri olmasından mı yoksa, onu sürekli arayan biri değildi belki de, en çok arasın dediği biriydi kim bilir? Telefonu açtığında yüzünde sonsuz bir gülümseme belirdi. Hoşlandığı bu kız, ona ne kadar da uzaktaydı ve ne kadar da yakındı aslında ruhu. Bizim gizemli gitarist  ümitle devam etti çalışmalarına. Ama biliyordu bu kalbindeki hisler uzun süreli bir yolculuk olmamalıydı yoksa esir olurdu ki  bu da onun sonu demekti, korkuyordu... En çok hissettiği şeydi aslında korku; her ne kadar kendini dünyanın en cesur insanı zannetse de. Ancak "Beni cesur yapan da zaten bu kadar çok korkumun olması değil mi zaten!" diye düşündü.

Evet korkuyordu çünkü her mesafe yok oluşu  da getirirdi beraberinde. Sonra günler geçtikçe iki zıtlık bir uyuma dönerdi işte, evet bu çok garipti... İkisi de ayrı kutupları gösteren bir gökkuşağını andırıyordu.İkisi de kendine göre renkli kişilikteydi ama kalplerinde bir huzursuzluk vardı nedensizce.

Ve bir gün "aslında kimse değişmez." gerçeğini gösterdi zaman. Siyah siyahtır, beyaz da beyaz. Beyazı seviyorsan siyah ,bütün beyazlarını alır götürür geriye siyahın matemi kalır tüm hüznüyle. Kız beyazından vazgeçemedi, ruhunu yansıtan bu renk onun herşeyi olmuştu, müzisyen çocuksa siyaha hayrandı ve asla değiştiremezdi ruhundaki farklılığı.Herkes olduğu gibi kalmalıydı en güzeli buydu kimse kimseyi değiştirmeden sadeliğin gölgesinde.Doğrusu da bu değil miydi zaten, ruhunu kaybetmezsen varsın aslında. Artık o kafasındaki meleği silip, kendini tamamen müziğe adadı. Belki de müziğin ezgilerinde gizliydi bu melek kim bilir...

Hayalperest

düzenleme: mustafa erdoğan
Bugün 23 ziyaretçi (36 klik) kişi burdaydı!
                image                
Yeni Haberler :

“Her şeyim var şimdi. Bir evim, bir arabam… İşim var ve bol param… Sağlıklıyım ve hâla güzelim. Bir sürü tanıdığım var, bir sürü arkadaşım ve dostçuklarım…

Müziğin sesiyle uyandı , akşamdan kalma bir zihinle bulanık rüyasından uyanmıştı...İçki kadehleri vardı yerlerde. Sonra derin bir nefes aldı yapmak istediği tek şey hayallerinin ritmini duyabilmekti. Uykuya çok düşkün...

Utancından kıpkırmızı olmuş bir surat arıyordu. Evet, çevresinde hali hazırda yeterince çok kırmızı surat vardı; ancak yüzlerinin kızarmış olduğunun çok da farkında değillerdi...

Ay gökte mavimsi bir renk almıştı o gün. En güzel rengi, en güzel hali... Gözlerini hiç kapatmak istemiyordu Kurt, hiç uyumak istemiyordu...

İçinde değerli sandığı bir şeyleri, bir dostluğu kurtarma arzusuyla atıştıran tatlı yağmurun altında küçük adımlarla ilerliyordu.. kafasında türlü türlü düşünceler belli belirsizdi...

Loş sokak lambaların aydınlattığı yolda hızla ilerliyordu. Akşamın en çok bu vaktini severdi; kızıla kesmiş bir gökyüzü, yuvalarına gitmekte olan zavallı kuşların veda cıvıltıları. Nefret ettiği sonbahar ayı olmasına rağmen...

yine döktüm tüm yapraklarımı / bir bir haykırdılar dallarımdan koparken...

bugün binlerce hayal aktı gözlerimden / önce anılarımla kuruladım onları...

Koskoca bir yaz tatilinden sonra, yine okulun başlama zamanı gelmiş çatmıştı. Mustafa ders kaydını yapmış, rahat bir şekilde yeni dönemin başlamasını bekliyordu....

Sıcak, sıkıcı bir yaz günüydü. Odasının penceresinden bakan Serdar, evin bahçesindeki dutun yaprağının bile kıpırdamadığının farkına vardı....

Masafuso yeni yüzüyle artık daha renkli.Çalışmalarımız devam ediyor...

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol